Bir zamanlar Istanbulda farkli diller konusan, farkli dinlere ve etnik kökenlere mensup kadim Istanbul cemaatlerinin yüzyillarca birlikte yasayarak olusturduklari kozmopolit bir yasam kültürü hakimdi. 1960li yillarin sonlarina kadar Suricinde varligini sürdüren bu kozmopolit yasam kültürü, Bizanstan Osmanliya,
Osmanlidan da Cumhuriyete miras kalan bir kültürel sürekliligin eseriydi. Cocuklugumun ve gencligimin gectigi 1950li 60li yillarda Istanbul denince akla Nefs-i Istanbul yani etrafi surlarla cevrili Tarihi Yarimada da yer alan tarihi semtler gelirdi. Istanbula gelinir, Istanbuldan gidilirdi. Suricindeki bu tarihi semtlerin hepsinin kendine has bir kimligi vardi.
Halic kiyisinda agirlikli olarak Rumlar ve Yahudiler, Marmara kiyisinda Ermeniler, Rumlar ile az miktarda Bulgarlar, Süryaniler yerlesiktiler. Sultanahmetten Sehzadebasina kadar uzanan ve burada iki kola ayrilarak devam eden Istanbulun tek düz aksi üzerindeki tarihi semtlerde ise agirlikli olarak Müslümanlar yasardi.
Istanbulun sokaklarinda Türkcenin yani sira Ermenice, Rumca ve Ladino denilen Yahudi Ispanyolcasi konusulur, kimse bu dilleri ve dinleri yadirgamazdi. Cünkü onlar bu kentin yerlileriydi, öteki degillerdi.
.Bugün hayal bile edilebilmesi mümkün olmayan bu kozmopolit yasam kültürü icinde yetisen son kusak benim kusagimdi.